19 Ocak 2009

Halil ve İbrahim

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğü Halil küçüğü ise İbrahim... Halil evli ve çocuklu,İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim.. Sen buğdayı bekle.
Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .
O gidince, düşünmüş İbrahim: Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine Böyle demiş ve Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi.
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile. Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki... Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.
Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir.Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir.

Benim de blogum adına dileğim bu, Halil İbrahim bereketi..

25 Mart 2008

Kurabiyeler


Bora hep söyleyip duruyordu, annecim lütfen sen de sitene (bloguna demek istiyor) yaptığın yemeklerin resimlerini koy diye. Hep üşeniyordum ama bu sefer oğluşumu kırmadım ve haftasonu aklıma estiği gibi yapıverdiğim kurabiyelerimin fotoğrafını çektim ve işte ekledim bile. Bu, blogum için bir ilktir!:)

Silivrim Kaymaaaaaaakkk



Almaata'ya yeni geldiğimiz sıralarda beni en çok şaşırtan marketlerdeki süt ve süt ürünlerinin inanılmaz çok ve çeşit olmasıydı.Daha önceki Orta Asya maceramızdan (1996-2001 arası Aşkabat'ta yaşamışlığımız var ya) hiç alışık olmadığımız bir görüntüydü bu benim için. Mesela sütler burada yağ oranlarına göre satılıyor, %1'den başlıyor %6 ya kadar devam ediyor, aynı şekilde meyveli yoğurtlar sonra peynirler.. Oysa Türkiye'de bile en fazla az-orta-tam yağlı olarak üçe ayrılır süt ürünleri, haaa bir de light olanlar var..Amma velakin hepimizin sofrasından eksik olmayan bildiğimiz sıradan yoğurt yok! Yaw nasıl olur, memleket yoğurdun envayi çeşidiyle kaynarken bizim güzelim yoğurdumuz nasıl olmaz? Hem canım bunca Türk yaşıyor burada, biri de akıl edememiş mi bu işin üretimine soyunmak? Yok vallahi gelmemiş ya da benim gibi akıl eden varsa da düşüncesinde kalmış sadece:)


Siz benim yok dediğime bakmayın tabii, Ramstore'a uçak kargo ile geliyor ayda 1-2 kez ancak 8000 Türk'ün yaşadığı bir şehirde tabiri caizse yağmalanıyor gelen yoğurtlar, tabi bir de fiyatı Türkiye'de almaya alışık olduğumuzun en az 2-3 katı gibi.. Bizim gibi yoğurt seven (haftada en az 3 tane tava yoğurdu yeriz ayıptır söylemesi) bir aileye yapılır mı bu beee, çocuklar bile dumura uğradılar, anneeeeee yoğurt yok mu bu yemeğin yanına diye:( Dedim bu iş böyle olmayacak, iş başa düştü!


Tam ne yapsam da kendi yoğurdumuzu evde yapsam diye düşünürken televizyonda bir programa gözüm takıldı tesadüfen. Belki de doğma-büyüme Silivrili olduğumdam birden bire kulak kesildim programa; araştırmacı Artun Ünsal'ın son kitabı "Silivrim Kaymak" ı anlatıyordu. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş misali bir solukta dinledim Artun Ünsal'ı. Ama tabii püf noktaları kitaptaydı yoğurt yapımının. Buradaki arkadaşlarımdan birine de anlatmıştım bu kitap hakkında bişeyler, saolsun Türkiye'ye tatile gittiğimde aramış bulmuş kitabı ve bana hediye olarak getirmiş:) Eveeeet, kitap da elimde olduğuna göre güç bende artık:)


Hemen başladım okumaya, meğer bilmediğim neler varmış, yoğurt deyip geçmeyin ne teknikler ne teknikler! Biraz da elimin marifetinden olsa gerek çok hızlı kaptım yoğurt yapımını ve inanmayacaksınız ama bu işin ticaretini yapmam için teklif bile aldım!!:) Ama yok, ticarete girmemeye neredeyse yeminliyim, o yüzden ben sadece kendimiz için yapmaya devam edeceğim mis gibi yoğurtlarımı, hele de şöyle üstüne çörekotu serpince yeme de yanında yat evde yapılmış yoğurdu:)

18 Mart 2008

Öyle Uzak ki Yerim Uzakları Aşıyor..



Hümeyra'nın güzeller güzeli, insanın içine ok gibi işleyen bir şarkısını hayatımda iyi ki var dediğim,cüssesi küçük ama yüreği cüssesine inat kocaman olan bir dostum göndermiş bana; şarkı aslında "öyle uzak ki yerin, uzakları aşıyor" diyor ama benim nedense "öyle uzak ki yerim" diyesim var.. Bilen bilir, gurbet zordur.. Saol canım kıtkıtım, seni çok seviyorum..

04 Mart 2008

KÜÇÜK SARI HAPLAR


2 gün oldu o iki küçük sarı hapı içeli, bişey olmadı henüz, daha doğrusu korktuğum başıma gelmedi. Oysa şiddetli bulantı ve kusma bekliyordum ama demek her ilaçların yan etkilerinin kişiden kişiye farklılık gösterdiği çok doğruymuş. Halbuki kullananların çoğu aynı dertten muzdarip! Şanslıyım galiba, aynen hastalığımın diğer birçok kişi gibi sürünmeden-süründürülmeden teşhis edilmesi gibi. Ne derler, kötünü iyisi!
Bu kış benim için gerçekten zordu, hani derler ya en önemlisi ağız tadı diye, gerçekten öyle. Keyif olmayınca insanın kolu kanadı kalkmıyor, bir miskinlik çöküyor, bir huzursuzluk-karamsarlık.. Ama toparlandım artık, bahar da geliyor yavaş yavaş, eminim ruh halimdeki bu olumlu değişiklikte havaların ısınmasının payı da vardır. Bugün evimize çok güzel pembe bir sümbül aldım mesela ama kesmedi tek sümbül beni, yarın gidip koca bir saksı ve bir sürü renginden daha almayı planlıyorum,rengarenk bir sümbül şenliği olsun, ev bahar bahar olsun, penceremin önü şenlensin diye:)
Ve artık yazmalıyım, tutulmuş klavyem..

17 Ekim 2007

ALMAATA 1-2

Üst Not: Bu yazı yazılalı belki 1 ay oldu ama tamamen teknik sebeplerden dolayı bir türlü bloguma ekleyemedim (bu teknik sebepler de başka bir yazımın konusu olucak zaten:)) Sabredip bekleyenlere şimdiden teşekkürler!

Henüz karlar altındaki halini görmedik Almaata'nın, yaz mevsimi tam bir yaz gibi geçti, sonbahar da tam bir sonbahar gibi geçiyor. Bizler bahar aylarını maalesef unuttuk Türkiye'de ama burada hala yaşanıyor.. Kar yağdığında pek güzel oluyormuş buraları, bilenler öyle söylüyor. Bakalım görücez nasıl olucak, yandaki resmi çok beğendim ve sizlere de göstermeden edemedim:)

Kararı verdik bi kere, dönmek yok:) Önce yakın çevremden başladım fikrimi söylemeye.. Ben herkesten yaaaa gitme, bak düzenin şöyle iyi böyle iyi demesini beklerken herkes bana aaa çok iyi edersin, aile birarada olmalı, çocuklar babadan uzak kalmasınlar, hem onlar için çok daha iyi olabilir küçük yaşta yurtdışında olmak, dil öğrenirler, sen de zaten alışıksın oralara, o kadar yokluk zamanda Aşkabat’ta yaşadın, şimdi Almaata’da mı yaşayamıycaksın falan diyince baktım ki etraf duruma benden daha objektif bakıyor ve dahası doğru söylüyorlar!

Nisan’ın son haftası işyerine ayrılacağımı söyledim, üstlerim şimdiye kadar işten ayrılmak için duyduğumuz en geçerli sebep, hayılı olsun dediler (yaww benden bu kadar kolay mı vazgeçiyorsunuz:))). Mayıs ayı benim için çok yoğun oldu, bir yandan çalışıp bir yandan da iş devri yapmak hiç kolay olmadı. Bu arada beni en çok zorlayan kararımızı bakıcı teyzemize nasıl açacağımdı.. Kolay değil, İstanbul gibi yerde neredeyse 5 yıldır aynı teyzemiz bizimle birlikte ve artık o kadar ailden olmuş ki.. Ve biliyorum O da tüm düzenini bize göre ayarlamış.. Gerçekten çok zor oldu , bir akşam iş çıkışında eve gelip gideceğimizi söylerken resmen böğürerek ağladım ..Şoke oldu, hiç beklemediği bir anda beklemediği bir düzen değişikliği olacaktı bu durum O’nun içinde.. Ama yine de her zamanki akıllı tavrıyla bir baktım ben onu teselli edeceğime o beni teselli ediyor.. Doğrusu bu dedi kendisi de, önemli olan aile birliği, siz beni düşünmeyin.. Saolsun toparlanma sürecinde de yine en büyük yardımcım O oldu..Benim sevindiğim ise daha biz daha gelmeden yine bizim apartmanda iş buldu.. Demekki neymiş, yaptığın iş ne olursa olsun hakkını vererek, doğru-düzgün ve gönülden yaparsan her zaman ekmek yermişsin..

Mayıs sonunda işten ayrıldım, sırada yapılcak çok iş vardı. Öncelikle evi kiraya vermemiz gerekiyordu, çünkü hem yüklü bir banka kredisi ödediğimiz için kira geliri bu ödemeye yardımcı olacaktı hem de kiraya vermesek bir de yok aidat masrafı yok o yok bu derken durduğu yerde masraf kapısı olacaktı ev bize.. Eşimle mutabık kalamadığımız tek yer ben evi boş kiralmaktan yanayken O möbleli verelim diyordu. Eşyalarımız da daha yepyeni, daha 7 yıl önce Aşkabat dönüşünde cidden ufak çaplı bir servet sayılacak kadar para vermiştik salon ve yatak odamıza.. Yok diyordum ben, bir depo tutalım, iyice sarıp sarmalayalım, gelince kullanırız.. Fakat İstanbul’da depo diye tutacağın yerler genelde pis, rutubetli, güvenli olmayan yerler.. daha iyisini tutayım desen dünya para, o zaman evi boşaltmaya değmez.. Bir ara annemin yaşadığı yer olan Silivri’de tutalım bir yer diye düşündüm, orada bile şöyle yüzüne bakılır tek oda yerler 400-500 YTL den başlıyor.. Sonra bir mobilyacı ahbap akıl verdi bize, depoya koyduğun zaman caaanım mobilyaları rezil edersin, küflenir mi, fare mi girer, nemden dalga dalga mı olur bilemem, ben senin yerinde olsam veririm möbleli olur biter, inan içinde yaşayan insanlar daha az zarar verir eşyalarınıza dedi.. Baktım doğru söylüyor.. Bir arkadaşım da görev sebebiyle Çanakkale’den Kıbrıs’a giderken eşyalarını depoya koymuş, 2 yıl sonra geldiğinde eşyaların harap haline oturup hüngür hüngür ağlamış.. Ehhh dedim ne yapalım, hem benim için de daha kolay, bir de mobilya toplama derdim olmayacak.. Geldiğimizde de veririz bir tamirata, koltukları zaten kaplatmaya niyetim vardı, oldu bitti işteee. En kötü karar kararsızlıktan iyidir dedik ve sağa sola söylemeye başladık, kiralık möbleli evimiz vaaarrr.

İşten ayrıldıktan sonra ilk 15 gün sürekli gezdim, en çok da çalışırken hep hayalini kurduğum, şöyle kaçak-göçek olmadan rahata rahat dolaşmak istediğim İstanbul pazarlarını fethettim. Sağda solda aylak aylak vakit geçirdim.. Geliş için 15 Temmuz gibi bir tarih belirlemiştim kafamda, nasılsa daha çok vardı gitmeme.. Ama kazın ayağı öyle değilmiş, benim o incik-boncuğu az olan evimde meğer ne çok şey varmış toplanacak. Normal bir taşınma değildi ki bizim ki, gidecek var kalacak var verilecekler var.. Hayatımda hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum..Koli yapmaktan, eşyaları yerleştirmekten, verilecekleri kişi kişi ayırmaktan,çocukların ve benim kıyafetlerimi mevsimine göre düzenlemekten çok ama çok yoruldum.. Allahtan çocuklar ayağım altında değillerdi, ufaklık bütün gün teyzesinde kaldı, akşamları alıyordum, büyük oğluş da anane-babanne arasında yaz tatilini yaptı.. Ben de bir yandan toparalanırken bir yandan da dostlarımla mümkün olduğu kadar fazla vakit geçirmeye çalıştım.. Evimize bulabilceğimiz en iyi kiracıyı bulduk, gözüm hiç arkada değil çok şükür.. Sonunda tarihi belirledik, 19 Temmuz..


Beni en çok düşündüren şeylerin başında 2 çocukla 5-6 saatlik uçak yolculuğunu nasıl başabileceğimdi. Büyükte sorun yok da ufaklık uçakta sapıtırsa durumumu hiç düşünemiyordum..Bir de bu kadar eşyayı nasıl götürücektim ben yaaaa. Gerçi önemli bir kısmı gelen-giden oldukça gönderildiydi ama bana da kocaman 4 bavul kalmıştı..

19 Temmuz günü evdeki son kalanları toparlıyordum, kiracımız hatırır sayılır biri olduğu için evi de öylece bırakamazdım, temizlikçiyi de çağırdım.. Bir yandan o bir yandan ben evde arı gibi çalıştık.. Çocuklar yine evde değillerdi tabii, büyük oğluş zaten 3 gündür kankisinde kalıyordu, ufaklık da teyzesiyle son gününü geçiriyordu.. Havaalanına bizi geçirmeleri için kimsenin gelmesini istemedim çünkü orada ayrılmak çok daha zor oluyor, biliyorum.. Sadace bavullarımızı teslim edene kadar aklı başında birinin bizimle olması yeterdi, e tabiki bu kişi de yine teyzemiz oldu.. Saolsun annecim gelmek için ısrar etmedi çünkü çok kötü olacağımı tahmin ediyordu, kayınvalıdem gelmek için biraz ısrar etse de son anda ikna oldu ve O da gelmedi. Ablam ve canım arkadaşım E. havaalanına kadar geldiler, içeri girmeden döndüler..Eşimin şirketinden yetkililer güya gelip fazla bagajım konusunda yardımcı olacaklardı ama maalesef beni ektiler, yine iş başa düştü, bagajı az olan birilerinden yardım istemek zorundaydım. Sıkı durun 4 bavulum tam 150 kilo tuttu! Oysa bizim 90 kilo hakkımız vardı. Yani 60 kilo fazla!!Kilosu 7 usd den tam 420 usd lik fazlalık, yani nerdeyse bir bilet fiyatı kadarL Çok şükür THY kontuarındaki bayan görevli çok anlayışlı çıktı ve 115 kiloya kadar benden ücret talep etmedi. Geri kalan son bagajı da tesadüfen arkamda bulunan işçi kafilesinden birine satınca bu badireyi de atlattım:)

Son durak ve veda zamanı gelmişti, pasaport kontrolüne yönelince sevgili teyzemiz ve sevgili kızıyla sarıldık, ağladık ama hemen toparladık kendimizi.. Uçağa binene kadar epey bir zorlandımsa da uçak yolculuğu korktuğum gibi olmadı, uçak Airbus tı ve tüm koltukları arkasına bilgisayarlar yerleştirilmişti, böylece çocuklar epey bir oyalandılar. Uçak 20:30 da olduğundan ve yolculuk yaklaşık 5,5 saat sürdüğünden çocuklar 12 ye doğru sızdılar, hatta inerken zor uyandırdım. Aaaaa bir de hayatımın en büyük süprizlerinden biri başıma geldi. Yemeklerimiz yendikten bir süre sonra kabin amiri elinde bir pasta ile geldi, pastanın üstünde “başarılar” yazıyordu.. Bunu size bir arkadaşınız gönderdi deyince öyle şaşırdım ki, önce yanlış olmasın dedim, yok dedi kabin amiri, siz bayan X değil misiniz? Evettt benimm, ama kim gönderdi öğrenebilir miyim derken aklıma bu süprizi kimin yapmış olabileceği geldi .. Kapı komşum da THY de kabin amiri olarak çalışıyordu ve olsa olsa bu süprizi O planlamış olabilirdi.. Nitekim de öyleymiş, beni çok mutlu etti çok sevindirdi.. Bir uçak dolusu yolcunun bana bakışları gözümün önünden hala gitmiyor:)

Veee 5,5 saatlik yolcuğun sonunda Almaata Havaalanına indik, saat farkı sebebiyle burada neredeyse sabah olmuştu (3 saat ilerdeyiz TR ye göre).. Çocuklar uyanamadıkları için salkım saçak bir vaziyette pasaport kontrolüne kadar geldik.. Benim iki tane yarı uyur yarı uyanık çocuklu halimi gören görevli sadece Kazak vatandaşlarının geçmesi gereken pasaport kontuarına çağırdı beni, tam o sırada babamız göründü karşımızda:) Çocuklar bir anda babaaa diye bağırarak çıkmak istediler, neyseki kontroldeki polis anlayışlı çıktı ve çocukların babaya gitmesine izin verdi. 1-2 dakika sonra da ben yanlarındaydım.. İşte geldikkkkkkkk, bakalım bundan sonra neler olacak??

Almaata hakkındaki izlenimlerim de bir sonraki yazımda!

07 Eylül 2007

DÖNÜŞ

İşte geldim!

Bu kadar zaman nerelerde olduğumu saolsun merak edenler Fikrimince ve Sanem olmuş, Nanem ve Annelogcum zaten bu yokoluş sürecinin içindeydiler, yani durumdan haberdarlardı.. Bir de Asortik Krep’e haber vermiştim bir süre kaybolacağımı..
Nerden başlasam bilmem ki? En iyisi artık Almaata’da yaşadığımızdan başlayarak bodoslama bir giriş yapayım konuya:)Eşim geçen Şubat ayından beri zaten buradaydı.. Ben hem büyük oğlumun okulu hem işim hem de Kazakistan’ın nasıl bir yer olduğu hakkındaki kaygılarım sebebiyle önceleri hiç buraya gelmeyi düşünmemiştim. 1996’da başlayıp 2001 de biten Türkmenistan tecrübemizden sonra ne yalan söyleyeyim bir daha Orta Asya’nın bağrında kendimizi bulacağımız aklımın ucuna bile gelmezdi, hem de 2 çocukla! Ama hayat işte (tam burada Rutkay Aziz’in oynadığı reklam geldi gözümün önüne; o hoş aksanıyla “hayaaaatt Gülsüm hayaaatt” deviverişi:)), hiç plan yapmaya gelmediğini, hele de bir inşaat mühendisiyle hayatını birleştirdiysen her an dünyanın herhengibir yerinde olabileceğimi bir kez daha gösterdi bana:)
Haaa, şimdi nasıl oldu da böyle pat diye karar verdin diye soracaksınız değil mi? Bu kararda da büyük oğlumun (hay Allah bu büyük oğlum-küçük oğlum yerine ne kullasam yaa, çok uzun oluyor) payı çok var. Ayrı olduğumuz 5 aylık dönemde babamız 1,5 ayda bir geldi ama yine de oğluşlar bundan etkilendi, hele de ben küçüğün daha çok huysuzlandığını düşünürken büyük bunu yapınca daha şaşırdım, çünkü güya babaya hiç düşkün değildi ama meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Bir gün bana “ama bu haksızlık anne, babam burada 6 gün kalıyor orada 60 gün kalıyor, ben çok özlüyorum” deyince ne yapıyorum ben yaaa diye düşünmeye başladım. Daha çocuklar çok küçük, tam babaya ihityaçları olduğu dönem.. Sonra biz de evliliğimizin en güzel yıllarındayız, ilk yıllardaki yabani tavırlarımız törpülenmiş, birbirimize daha çok bağlanmış, iki çocuğumuzu ayrı gayrı değil birlikte büyütmek istiyoruz.. Eeee zaten ne zamandır bir fırsatını bulup ayrılsam diye düşündüğüm, beni artık hiçbir şekilde tatmin etmeyen bir işim var..Daha ne dedim kendi kendime, gitme zamanıdır!
Kararı verdim vermesine de şimdi bunu yakınlarıma nasıl açacaktım. Hoş ailemizi tanıyan herkes bizim birarada olmamızı destekliyordu ama yine de kolay değil ki bir düzeni bozmak, hem de iyi kurulmuş bir düzeni.. Evle işimin arası İstanbul gibi yerde 10 dakikayken, oturduğumuz evi daha yeni satın almışken, canımız bakıcı teyzemize bu kadar alışmışken, can dostlarımın hepsi bir telefonla ulaşacağım kadar yakınken, geçen yıl binbir zorlukla istediğimiz devlet okuluna büyük oğlanı sokabilmişken, en önemlisi ailemle istediğim vakit görüşebiliyorken nasıl uygulayabilecektim ben bu kararı?? Offff, offff ki offff..
Arkası yarın:)


Not: Bir tane de resim ekleyeyim dedim Almaata'dan..İlk geldiğimiz günlerde şehirde hava gayet sıcakken kayak merkezinde inanılmaz soğuktu, üstümüze bişey de almadığımızdan acaip gafil avlandık. 3 etap olan teleferikle dağa çıkma turunun soğuk yüzünden sadece 1. etabını tamamlayıp apar topar aşağı indik.

23 Nisan 2007

Mangal Mevsimi Başlıyor:)

Çok yaşa sevgilim, nasıl da biliyorsun gerçekleri:))) Ben çok güldüm, okuyan herkes de eğlensin istedim:)

Mangal :Bu aktivite esnasında, bir erkeğin gerçek mutfak hünerine tanıklık ederiz.Bir erkek, mangal başına geçmek için gönüllü olduğunda, aşağıdadetaylandırılan bir seri olay yaşanır:


1. Erkek mangalı ve mangal kömürünü çıkarır.

2. Kadın ızgarayı temizler. çıkartır.

3. Kadın bakkala gider.

4. Kadın kasaba gider.

5. Kadın fırına gider.

6. Kadın salatayı ve sebzeleri hazırlar.

7. Kadın pişirilecek etleri hazırlar.

8 Kadın, etleri bir tepsi üzerine, gerekli malzemeler, baharatlar, vs ile dizer.

9. Kadın temiz ızgarayı ve hazırladığı tepsiyi, mangalın başında elinde birasıyla dikilen adama getirir.

10. Adam etleri ızgaranın üzerine yerleştirir.

11. Kadın içeri geçip, masayı hazırlar.

12. Kadın sebzelerin pişmesini kontrol eder.

13. Kadın tatlıyı hazırlar.

14. Kadın tekrar dışarı çıkar ve kocasına etin yanmakta olduğunu haber verir.

15. Adam çok pişmiş eti ızgaradan alır, kadına verir.

16. Kadın tabakları çıkartır, masaya ve dizer.

17. Adam içkileri doldurur.

18. Kadın masayı toplar, kahve hazırlamaya gider.

19. Kadın kahve ve tatlı ikram eder.

20. Yemekten sonra, kadın masayı toplar.

21. Kadın gider bulaşıkları yıkar, mutfağı toparlar.

22. Adam mangalı olduğu yerde bırakır, çünkü içinde hala yanan kömürler vardır.

23. Adam karısına bugün mutfak işi yapmamaktan dolayı mutlu olup olmadığını sorar.

24. Karısının şaşkın bakışları karşısında, kadınları mutlu etmenin imkansız olduğu kararına varır.


Not: Resmi google'dan şu linkten buldum. Duruma çok uygun olduğunu düşündüm:)

Karıma

KARIMA

Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir

Oktay Rıfat'ın bu güzel şiirini eşim göndermiş sabah, çok sevdim, paylaşmak istedim..